7 Mart 2020 Cumartesi

Bazen Gülüp Geçmek Lazım



Yazdıklarımı okuduğunu tahmin etmediğim, çok değerli bir ağabeyimiz geçen gün gerçekten bir gazetede yazmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Utanıp, sıkılıp, birikimim yetmez, kendimce bir şeyler karalıyorum falan diyordum ki,"Selva, antrenman yapmaya devam et, ama kendin için bir de kimlik bulman lazım" gibi bir tavsiyede bulundu. Çok haklı buldum. 
Benim yaşam tarzım da aynen böyle aslında. Ortaya karışık!
İnsan ancak iyi bildiği şeyi veya yaşadığı şeyi güzel anlatabiliyor.
Demek ki iyi bildiğim şeyi bulmam lazımmış.
Benim iyi bildiğim şey ne ki acaba? 
Her şeyden biraz olunca, iyi bildiğim şeyi bulmak da zor geldi birden. 


Yemek tarifi yazamayacağım, o kesin. Ekmekti, peynirdi, fermente bilmem neydi öğrenmekten hoşlanıyorum diye yemek yapmayı sevdiğimi sananlar var. Bu doğru değil. Bilmeyi seviyorum. Gerekirse yapabilmeyi.

Ben tembelim. Nasıl tembellik yapılırı anlatabilirim çok güzel. 
Veya keyifli olmayı. Hayattan keyif almayı.
Gülüp eğlenmeyi. Her şeyde eğlenceli bir yan bulabilmeyi.
Bu olabilir işte. Çok kolay motive edebileceğimi düşünüyorum çevremdekileri.

Hayat dediğimiz şey aslında tamamen kontrolümüz dışında olup bitene verdiğimiz tepkilerden, tavrımızdan ibaret. Bakış açımızın ne olduğu belirliyor her şeyi. Gülersek eğleniyoruz, mutlu oluyoruz, suratımızı asarsak mutsuzuz. Tam tersi değil gerçekten.


Olanı biteni kontrol edemiyoruz. Bu belli. Çok uğraşanlar, ettiğini zannedenler var tamam da, edemiyoruz işte. "Belli bir noktaya kadar ederim" derler genellikle. Hangi noktaya kadar? Çok sağlıklı beslenirsen ancak şekerini, kolesterolünü, yağ oranını kontrol edersin. Yoldan çıkan araba üstüne doğru geliyorsa kaymaklı ekmek kadayıfıyla ebegümeci kavurma arasında hiçbir fark gözetmeyecektir. Michael Jackson oksijen odalarında yattı da ne oldu?? 

Hayatın kontrol edilmeye gelmeyeceğini, belki de hayatımın dönüm noktalarından biri sayılabilecek şu meşhur köpek ısırması olayı sırasında bir defa daha net bir şekilde öğrenmiştim. Ve her şeyin verdiğimiz tepkide gizli olduğunu.

Hadi anne maskenizi takın, veya baba. Çocukları olmayanların da mutlaka "Aman başına bir şey gelmesin," diye endişeyle bekledikleri bir yakınları vardır, onu düşünün siz de. 


Ne zaman endişeleniyorsunuz? Riskli bulduğunuz şeyler yapılırken! 

Herkes çocuğuna "Uçaktan inince ara," der. Annem bana halâ diyor. Niye ki? Ben bizim sokaktan çıkarken, ters yönden gazlayarak gelen valeler sebebiyle daha büyük tehlike altındayım. Caddeye çıkınca da arasam mı acaba annemi?

Eminim Michael Schumacher F1'i bıraktı diye ailesi derin bir "Oh" çekmişti. Ama o kötü kaza kimse endişelenmezken, tatildeyken geldi başına.

O koca köpek bütün yüzümü ağzının içine aldığında ben ne yapıyordum? Arkadaşımın evinin bahçesinde oturmuş kahve içiyordum. Annem benim için endişeleniyor muydu? Yoo! Köpek beni tutmuşken kafasını bir defa sallasaydı, boynum kırılır mıydı? Kırılırdı. Dişi çeneme değil de damarıma gelseydi ölür müydüm? Ölürdüm. Bunları engellemek için yapabileceğim bir şey var mıydı? Hiç kimsenin yoktu!!

Demek ki kontrol dediğimiz şey tamamen palavra.

Kontrol edebildiğimiz bir şey var tabi ki. O da verdiğimiz tepkiler ve yaklaşımımız. Bana "Neden ciddiye almıyorsun?" dediklerinde, aslında "Neden mutsuz olmuyorsun?" diyorlardı farkında olmadan.

Neden mutsuz olaydım ki?
Hayattaydım.
Doğru doktor ilgileniyordu.
Gözüm, burnum yerindeydi.
Ciddi bir deformasyon olmayacaktı.
Canım acımıyordu.
Hepsi geçecekti.

Çözülmesi gereken tek bir konu vardı, köpek fobisi geliştirmemek. Onu da denk gelip de öğrendiğim 'Travma Temizleme Meditasyonu'yla üç beş günde hallettim. (İhtiyaç duyan herkese öğretirim, çok başarılı bir çalışma.)

Bu yaklaşımı hayatımızın tümüne uyguladığımızda, olan biteni kontrol etmeden de mutlu olabileceğimizi ve her duruma adapte olabileceğimizi görüyorum.

Aslında çoğumuz imrenilerek bakılan yaşamlara sahibiz. Kaybetmeden değerini anlamakta zorlandığımız zenginliklerimiz var.

Sadece bu yazıyı okuyabiliyor olmanız bile bir internet bağlantısına, bir bilgisayara, tablete veya akıllı telefona sahip olduğunuzu, yani dünyanın her köşesinden pek çok konuyu araştırabileceğinizi gösteriyor. Okur yazar - hatta iyi eğitimli - olduğunuzu, yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlarınızın da zaten karşılanmış olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Yıllar önce bir yerde okuyup, kullanmaya başladığım bir minik oyun var. Mutsuz olduğumda çok işe yarar. Şöyle:


Gözünüzü kapatıp kendinizi Afganistan'da - orijinali buydu, herhangi başka bir şeye uyarlayabilirsiniz - hayal ediyorsunuz. Dilini bile anlamadığınız insanlarca tutsak edilmişsiniz. Çocuklarınızdan ayırmışlar. Bir hücreye tıkmışlar. Karanlık, pis, yiyecek içecek çok az, yatacak yumuşak bir yer bile yok. "Allah'ım bir evime kavuşsam, başka hiçbir şey istemiyorum," diyorsunuz. Gözünüzü açın, "Hop, evinizdesiniz."

Şükretmek böyle bir şey benim için. Ben evimde çok mutluyum.


'Gerçekten' üzülecek bu kadar çok şeyin olduğu şu dünyada üzülmek için yer aramayın Allah aşkına. Bırakın bazı şeyler de mükemmel olmayıversin.  

Bir hafta sonu eğitimiyle yaşam koçu olunabildiği, "Ben yaşam koçuyum," demenin yeterli olduğu bir ortamda, ben de bugün itibariyle 'Gülümseme Koçunuz' olmaya adayım. Hadi bakalım.


Bugün tam sinirlenecek, öfkelenecekken 
gülümseyivermeyi deneseniz 
ne iyi olur...