İnsan gençken hareketli hayatı seviyor. Ben yaşım ilerlerken de severdim, bir dönem. Sonra bir gün, bir de baktım ki, her yer olay, her yer hareket haline gelmiş. Bir durup da, uzaktan bakmayınca, doğal olan buymuş gibi geliyor insana.
Hele şu günlerde durum iyice vahim bir hal aldı. Öyle ki, sinemaya girip çıksanız, ülkenin gündemini değişmiş, 2 saat önce çok önemli olan bir konunun unutulup gitmiş, yerine daha da şaşkınlık verici, daha da şaşırtıcı yeni konular çıkmış olduğunu görüyorsunuz. Cumhurbaşkanımızın meşhur twitter repliğiyle "insan gerçekten hayret ediyor"!
Aman irtibatta olalım, haber kanalları "haber" vermiyor, bari twitter'ı açalım derken... Herşey benzerini çekermiş ya, kendi hayatımızın gündemi de bir rahat durmaz oldu, ki bu gerçekten çok yorucu!
Ben bugün kendimi, yıllar önce bir iş sebebiyle, iki ay geçirdiğimiz Karayipler'deki St. Maarten adasında hayal etmek istedim. Şehirden, politikadan, yolsuzluktan, direnmekten, Toma'lardan, biber gazından, penguen kanallardan sıkılanlar, benimle gelsin...
St. Maarten, Karayipler'in en küçük adalarından biri. Haritada yeri bile gözükmüyor.
Ada o kadar küçük ki, kıyıya yakın bir yere kurulmak durumunda kalmış havaalanına uçaklar inerken Maho Beach'de güneşlenenler kum fırtınasına tutuluyorlar. Cesur olanlar, uçağı tutuyormuş gibi ellerini kaldırıp resim de çektiriyorlar ama ben cesaret edemedim. Ne olur ne olmaz, pilotun eli kayar, rüzgar döner, hava boşluğu vardır...
Bakın, durum tam olarak şöyle:
Hatta Boeing'ler geldiğinde daha da korkutucu oluyor..
Şu gördüğünüz, günde bir iki defa inip kalkan uçaklar var ya, işte adadaki en heyecan verici, en hareketli olay da bu!
Adanın yarısı fransızların, diğer yarısı hollandalıların. Sınır derseniz, iki şeritli gidiş geliş yolda giderken, dikkatlice baktığınızda, yolun kenarında görünen şöyle bir işaretten ibaret "Fransız Tarafına Hoşgeldiniz":
Polis? Mutlaka bir yerlerde vardır, ama ben adada trafik polisi bile görmedim! Trafik ışığı falan da yoktu zaten.. İnsanlar gerekirse, şehirlerarası yolda - böyle diyeyim de havalı dursun, aslında adadaki tek ana yol - durup yandaki vitrine de baksalar, komşularıyla da konuşsalar, kimse korna falan çalmıyor, kızmıyor, sinirlenmiyor. Aslında kimsenin yetişeceği bir yer de yok, acelesi de... Adadaki tek sinemaya gidiyorlar desek, ona ulaşmak da en fazla 5- 10 dakika süreceği için, gecikme riski de yok gibi bir şey.. İş güç deseniz, zaten yürüme mesafesinde..
Hava hep güzel.. Tam benlik! Kimsenin, paltosu, anorağı, eldiveni, botu, hatta kalın kazağı bile yok. Şort, t-shirt, terlik.. Haa tabi, mayo, havlu ve güneş yağı bir de.. Sıcaktan çok sıkılınca, Arjantin'e kayağa gidiyorlarmış. Baştan aşağı yeni bir gardrop yapmaları gerekiyor tabi..Yağmur deseniz, bir anda bardaktan boşalırcasına bastırıyor, beş on dakika sonra bulut bile yok..
Burası da günbatımının muhteşem olduğu, Maho Beach'deki meşhur Sunset Bar:
Levha dikkatinizi çekmiş miydi? İsterseniz daha yakından bakın..
(Topless kadınlara, barda içecekleri içki bedava..)
Müşteri çekmek için hiç fena fikir değil..
Plajlar, barlar dışında, görkemli casinoları var, en önemli geçim kaynakları:
Biri fransız, biri amerikan malı satan iki büyük süpermarketleri vardı, o zamanlar.. Belki şimdi çoğalmıştır..
Sokaklarda, hatta bahçelerde ve bazen evlerin içinde de hiç alışık olmadığımız hayvanları var:
İguana daha çok bahçede oluyor..
Ama, kapı pencere açık durunca, yengeçler eve de giriyormuş.. Bizim sivrisinekler gibi.. Gece uyurken, tıkır tıkır bir ses geliyor. Bakıyorsunuz, odanızda bir yengeç!
Birkaç yılda bir, artık o yıl hangisine denk gelirse, hortum yaşamak durumunda adalılar. Hava raporu gibi hortum raporu bekliyorlar her akşam, televizyonda. Afrika'dan çıktı, şuradan geçti, şimdi şurada, şimdi burada... Acaba hangi adayı vuracak diye.. Hortumun "gözü" dedikleri, ortasındaki girdap nereye denk gelirse, orası darmadağın oluyor. Tekneler bahçelere, arabalar denize uçuyor. Havuzlardaki su bile uçup gidiyor..
Çok problem etmiyorlar. Evlerini çok sağlam yapıyorlar. Kapıları, pencereleri için özel panelleri, onları tutacak mekanizmaları, kendileri için de sığınakları falan var. İşyerlerini daha basit tutuyorlar. Hortum vurursa, nasılsa sigorta zararı ödüyor. Hatta hepsi uçsa da bütün parayı alsak diye bakıyorlar, çünkü hortumdan sonra, adada ne kum kalıyor, ne bir şey, turist de gelmiyor, iş de olmuyor tabi..
Dışarda yemek istediğinizde, yöresel yemekler pek bize uymuyorsa da, fransız ve italyan mutfağı gayet tatminkar.
Deniz mahsülleri çok bol. Zaten yüzerken sağınızdan solunuzdan geçiyorlar.. Fazla yaklaşanlar akşam böyle ızgarada buluyorlar kendilerini..
Fransızların Saint Martin'i, hollandalıların Sint Maarten'i işte böyle bir yer. Canınız çektiyse, fırsat bulursanız, mutlaka gidin.. Hayatın böyle stressizini, böyle keyiflisini başka yerde bulamazsınız.
Biz de hala burada olduğumuza göre, sakin ve huzurlu hayata bünyemiz henüz hazır değilmiş demek ki..
Aşağıdaki videoyla, adaların müziği eşliğinde oralara şöyle bir göz atın isterseniz:
Şu memleket de artık huzura erse keşke,
ama şimdilik gerçekçi olup,
bari kendimize stressiz ve
huzurlu bir gün hediye etsek
ne iyi olur..