15 Haziran 2014 Pazar

Burnumuzun Dibi Kos


Bazı insanlar her şeyi önceden planlamayı severler. Ben ise, tam tersine, aklıma eseni yapabilecek esnekliğe ihtiyaç duyarım her zaman. Seyahat konusunda da öyle davranırım. Öyle 3 ay sonrası, 5 ay sonrası için program yapamam. 3 ay sonra önceliklerimin ne olacağını hiç bilemem şimdiden. 

"Hadi gidelim" densin, gidelim isterim. Girelim internete, uçağımızı, otelimizi ayarlayalım, toplayalım eşyalarımızı, gidelim!

Bodrum'a, hatta sonra hava bozunca, günübirlik Kos'a gidişim de öyle oldu.


İstanbul'un fazla üstüme üstüme geldiği bir anda, biraz nefes alayım deyince. En kolayı Bodrum oldu. Okunacak bir sürü kitabım var, güneşlenmek de lazım gibi mazeretleri hemen buldum.

Sürekli Bodrum'da olan birkaç dostumuz var. Tam da inziva olmasın, biraz da insan göreyim deyince, merkeze yakın bir oteli uygun buldum. Eşe dosta sorup biraz da Google'layınca Bardakçı'daki Mavi Otel'de karar kıldım.


Ertesi gün bavulumu kaptığım gibi, hele hafta sonuna denk getirmediğim için çok da uygun fiyatlı bir uçakla ver elini Bodrum.

Otele hemen yerleştim. Belki aşağı inmek istemem diye manzarası da pek hoş olan balkonuma iki de koltuk çektirince organizasyonum tamamlanmış oldu.


Okullar henüz kapanmadığı için otel pek dolu değildi. Bu durumun her müşteriye birden fazla servis elemanı düşmesi ve wifi'ın sahil dahil her yerde süper çalışıyor olması şeklinde bir yansıması oldu ki pek makbule geçti. En güzel yerdeki şezlong da her saat boş bulunabilince tatil de keyifle başlamış oldu.


Sonra hava bozdu. Öyle şiddetli bir fırtına çıktı ki, değil denizden, güneşten yararlanmak, kitap okumak bile hayal oldu. Gayet kuytu bir yerde olmasına rağmen, havuzda bile dalga vardı.



İlk günlerde çok keyif aldığım iskele dalgalara dayanamayarak harabeye döndü.


Yapacak bir şey yok diyerek ben de o günümü Bodrum Marina civarında eş dostla sohbet ederek geçirirken ertesi gün için de Kos feribotunun detaylarını aldım.

"Güneşlenemiyorsak, gezelim bari" konulu günübirlik Kos yolculuğum da böylece şekillenmiş oldu.

Her sabah 9.30'da Bodrum Kale'sinin oradaki limandan Kos'a feribot seferleri yapılıyor. Aynı gün 16.30'da dönerseniz, gidiş-dönüş 19 Euro. Kalmak isterseniz - deniz kenarında çok da güzel oteller var - tek yön 17 Euro, gidiş-dönüş 30.

Diğer Yunan adalarına da seferler var. İlgileniyorsanız tarifeye buradan göz atabilirsiniz:


Daha önce de aynı feribota binmişliğim ve tecrübem olduğu için açık havanın, - hele böyle bir günde - serin olacağını düşünerek içeride önceden yerimi "kaptım"! Genelde insanlar önce açıkta oturup sonra üşüyünce içeriye geçerler. Ama o zaman da yer bulamayıp arabalar için ayrılmış bölümde daha az konforlu bir yolculuğa mecbur kalırlar.

Hava kötü diye çıktığım Kos gezim, havanın açmasıyla çok keyifli bir hal aldı. Hiç acelem olmadığı için aheste aheste indim feribottan. Polis kontrolünün kuyruğunu da hiç dert etmedim. Açık havada denize, teknelere bakarak beklemek, zaten bu günlerde yaptığım, yapacağım şeylerden pek farklı değildi.

İnsanın acelesi olmamasının çok büyük lüks olduğunu bir defa daha söyledim kendime. Bunu unutmamak lazım. Zaman kısıtlı olunca hiçbir şey hakkıyla yaşanamıyor. 

İlk defa yalnız geldiğim bu adaya alıcı gözüyle bakma ve değerlendirme şansım oldu.
Bir defa, hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmamışlar.


Şu yollara beton dökmek çok mu zor olurdu mesela??

Tarih tamamen yaşamın içinde duruyor. Para kesmek için etraflarını falan çevirip, "korumaya" almamışlar.



Tabi ki tarihten de para kazanılabilir. Onlar da kazanıyor zaten. (Tek geçim kaynaklarının turizm olduğu bir ortamda hem de.) Güzel yoldan kazanıyorlar. Mesel bir güzel, "Hipokrat Meydanı" diye adını koymuşlar meydanın..


Hipokratın ağacını korumayı bilmişler. 


Çevresine ortama uygun kafeler, dükkanlar açmışlar.



 "Hipokrat'ın yemini"ni her dilde kağıtlara, T-shirt'lere basmışlar, onları satıyorlar.


Yerleşimi Türkbükü'den büyük olmayan adada cami de var kilise de. Hatta çok medeni bisiklet yolları da.





Alışverişe yönelik muhitinde, bizim Mısır Çarşısı'nı andıran bir dükkan var. Kafelerin arasında bir meydana açılıyor. 


İçi de böyle:


Bizim lokumu, namı diğer "Turkish Delight"ı, ilk defa "Greek Delight" adıyla burada gördüm.


O civarda Duty Free sigara, içki ve parfüm alınabilen bir dükkan, eczane ve çeşitli ıvır zıvır dükkanları var. 

Daha yukarı yürürseniz, "Old Town" dedikleri bölgede daha fazla dükkan, barlar, marlar, belki turistik olmayan bir iki dükkan da bulabilirsiniz. 

Daha önceki ziyaretimde taksiyle gidilebilen bir mesafede de peynir, şarküteri ve bilumum Avrupa Birliği malzemesi bulabileceğiniz iki supermarket tesbit etmiştim. Bence yine de siz Kos'u alışveriş için düşünmeyin pek. 

Bildiğim birkaç dükkanı gezip, bir iki T-shirt ve incik boncuk aldıktan sonra, artık meydana dönüp bir kahve içeyim dedim. Kahve de yanında verdikleri susamlı biscotti de çok güzeldi..


Ama meydanın hemen yanındaki bir sokakta önünden geçerken dikkatimi çeken "Aqua Spa"da da bir yarım saat geçirecek zamanım vardı tabi.



Bu doktor balıklar Tayland'dan geliyormuş. Garra Rufa adıyla bilinen tatlı su balıklarıymış. Ölü deri yerlermiş. Hem doğal pedikür yapar hem de rahatlatırlarmış. Gece gündüz durmadan yeseler de doymaz/durmazlarmış. Dişleri yokmuş. Acıtmazlarmış. Ayağımızı gazoza sokmuş gibi hissedermişiz. Bu kadar bilgi yeterliydi. 


Akşamına kalsaydım, gidecek bir iki taverna, çoook uygun fiyatlara çook lezzetli deniz ürünlerinin yenebileceği, Uzo'ların içilebileceği restoranlar da vardı ama yalnız başına pek keyifli olmazdı zaten.


Saat 16.30'daki feribotu kaçırmamaya özen göstererek gezimi tamamladım.


Otelime döndüğümde, hava düzelmiş, her şey normale dönmüş, iskele bile tamir edilmişti. Bana yok yere Kos gezisi çıkartan hava şartları, aklım kalmasın diye döneceğim gün de şöyle bir şaka yaptı.


*Hayat dediğin, fırtınanın geçmesini beklemek değil, yağmurda dans etmeyi öğrenmektir aslında. 

Arada kaçamak yapmak gerçekten de iyi geliyor. Kamyonları, iş makinaları, inşaatları, trafiği ve tüm hengâmesiyle İstanbul bıraktığım gibi. Ben yenilendim.

Belli aralıklarla rutin hayatımızdan uzaklaşıp biraz nefes alabilsek ne iyi olur...