13 Aralık 2014 Cumartesi

Yeni Yıl Dilek Panosu


Her yılbaşı adet haline getirdim, mutlaka bir dilek panosu yapıyorum. Birkaç defa denk gelip yakın dostlarımdan bana katılanlar ve bu işten keyif alanlar da oldu. Belki siz de seversiniz diye bu defa detaylarıyla burada paylaşmak geldi içimden.

Benim için bu panolar Noel babaya mektup yazmak gibi bir şey. Ama fazlası da var. Hayatımda neyin gerçekten önemli olduğunu keşfetmeme veya yeniden hatırlamama yardımcı oluyorlar. Resimler ve semboller kullandığım için de kelimelerin kısıtlayıcılığına takılıp kalmadan, "Nasıl anlatsam?" diye düşünmeden kolayca gerçek dileklerimi ifade edebiliyorum.

O kurs senin bu workshop benim gezerken öğrendiğim şeyleri harmanlayıp kullanmayı severim. Bu panoyu da Feng Shui'nin Bagua haritasına oturtup o enerjiden de yararlanmasam ayıp olurdu.

Başlıyorum:

11 Aralık 2014 Perşembe

40 Yaş Üstü Makyaj


"Ben botoksumu, face lift'imi yaptırmışım, niye 40+ makyajı yapayım?" diyorsanız, tamam siz yapmayın... (Ama ne kadar çekilirse çekilsin, her sabah portakal suyu içer gibi vitamin iğnesi de yaptırsanız, o cilt eskisi kadar elastiki değil tabi ki...) Bu yazı harbi 40 yaş üstü olanlar için. Diğerleri için teenager makyajı yazacağım daha sonra 😀

Başlıyorum!

10 Aralık 2014 Çarşamba

Hellim Peyniri


Evde beyaz peynir ve kaşar peyniri yapmayı öğrenerek başlayan peynir maceramız, hellim ile devam etti. 

Ben en çok hellimden keyif aldım. Öğleyin çiğ sütü kaynatarak başlayıp, Happy Hour'a kızarmış hellim yetiştirebilmiş olmanın bunda önemli bir payı da var galiba.

Tekrar tekrar anlatmayayım, bütün peynirlerde yaptığımız, sütü alıp, pıhtılaştırıp, suyunu ayırıp, peynirine göre işlemek ve sonra da gerekiyorsa olgunlaştırmak, tuzlamak şeklindeydi.

Hellimi de, tabi ki, hemen evde denedim. Isıtmayı, kültür ve maya katmayı artık öğrenmiştim. Beklemeye de alışmıştım, ki bunda beklemeler daha kısa kısa oldu..

Öncekilerden farklı olarak, kestikten sonra, telemeyi ısıttım.


İki ayrı tencerede 20 dakika boyunca telemeleri karıştırmak eğlenceliydi.

O arada güzel bir playlist iyi geldi. Müzik dinleyince, vakit daha çabuk geçti..


Arkadaki tencerede de cendere bezleri kaynıyor..

Çok seri çalışıyorum, görüyorsunuz..

Isıtılınca, telemelerin içlerindeki sular çıktı ve büzüştüler..


Daha ufak tefek teleme parçacıkları oldular.


Bakın kaşarın telemesi böyleydi:


Artık tecrübeli oldum ya, iki ayrı teleme hazırlayıp, onları eş zamanlı olarak karıştırıp, eş zamanlı olarak asabildim..


Sonra yine baskı..




Ama bu defa daha az ağırlık ve daha az zaman.. 
5 kiloluk dirhem ve yarım saatle işi hallettim.


Geriye, kesmek ve yarım saat, 40 dakika kadar, kendi suyunda 
haşlayıp, tuzlamak kaldı.






Ve geleneksel şekilde ikiye katlamak..



Bu defa erken bitti.. Kızartmak için Happy Hour'u bekleyemedik..

Akşama sadece bu iki parça kaldı..




Daha detaylı bilgi için:



Herkes  canının çektiğini yapabilmek ve yiyebilmek 
lüksüne sahip olsa ne iyi olur..

27 Kasım 2014 Perşembe

Evde Kaşar Peynir Yapımı


Peynir yapma işine bir defa kendini kaptırınca, insan hepsini öğrenmek istiyor. Beyaz peynir işine meşakkatli mi diyordum? Kolaydan zora doğru gidiyoruz, kaşarı ne siz sorun, ne ben söyleyeyim!

31 Ekim 2014 Cuma

Evde Beyaz Peynir Yapımı


Nejat Pars'ın beyaz peynir atölyesine gideceğimi duyanlar "Rokfor veya Brie olsa hadi neyse, Beyaz peynir her markette var, işin mi yok?" dediler. Doğrusu işim yoktu. Üstelik, çok fazla da öğrenme arzum vardı. 

25 Eylül 2014 Perşembe

Ekşi Mayalı Ekmek


Sağlıklı beslenmeyle ilgili ne varsa öğrenmeye can atan, nerede bir yazı, bir kitap, bir atölye bulsa kendini kaptıran, Karatay hocanın söylediklerini can kulağıyla dinleyip, ama ekmekten, şekerden vazgeçmeyi aklından bile geçirmeyen biri olarak, Yaşam Dostu Gıda Dayanışma Grubu'nun "Ekşi mayalı ekmek yapmayı öğretecekler," zannederek gittiğim bir toplantısıyla ve Nezih beyin anlattıklarını dinleyince başladı her şey! 

23 Eylül 2014 Salı

PROBİYOTİK TURŞU & SİRKE ZAMANI



Bu yıl leyleği havada gördüğüm için domates sosları, reçeller ve marmelatlara elim değemedi. Hayat limon verirse limonata yaparım. Elde ne var, evde yaptığım yoğurt var, ev yapımı sirke var, kolaylıkla ulaşabileceğim (İpek Hanım Çiftliği'nden 2 günde geldi) ilaçsız hormonsuz yayla elması, kornişon salatalık, sarmısak var. Demek ki neymiş? Probiyotik turşu ve sirke yapabilirmişim...

17 Eylül 2014 Çarşamba

Daha Yakından Metin Hara


Metin Hara. Henüz 30'lu yaşlarının en başında. Deli dolu. Eğlenceli. Oğlunuzla görseniz, eve PlayStation oynamaya gelmişler sanacağınız genç bir adam. Muhtemelen oynuyordur da.

Tanımlamaların dışında. Hem kişisel gelişimci hem yazar hem fizyoterapist hem şifacı ama ona sorarsanız hiçbiri de değil. Musevi bir aileden gelmesini bile, "Anne ve babası Musevi olan biriyim," şeklinde açıklıyor. Etiketsiz olmayı, sadece insan olmayı yeterli bulanlardan. 
Ekşi sözlükteki tanımıyla: Mısır teknikleri kullanırken tespih çeken, Kabala teknikleri kullanırken Tasavvuf müziği dinleyen biri.

Günlerdir her açtığınız gazetede onunla yapılmış bir söyleşiyle, her gittiğiniz kitapçıda onun kitaplarıyla, imza günleriyle karşılaşıyorsunuz. Hiç durmadan eğitim veriyor, seminerler düzenliyor, hatta daha geniş kitlelere ulaşmak için yeni bir akademi açmanın eşiğinde. 

Bu yoğun tempo içinde benimle söyleşi yapacak vakti olamayınca, ben de her iki eğitimini de almış ve Metin'i bire bir tanımış biri olarak, kendi gözümden Metin Hara'yı anlatmayı seçtim.

Kim olduğunu bilmeyeniniz kalmışsa kendi web sitesinden alıntıyla:

1982 yılında İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra Çapa Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümünde eğitim hayatını tamamladı.
Seneler içerisinde “tamamlayıcı tıp” diye tanımladığı birçok tekniğin eğitimini aldı.Yıllar boyunca bu öğretilerin içinde kendini geliştirdikten sonra son 10 yıldır profesyonel anlamda Tamamlayıcı Tıp ile tedavi çalışmaları yapmaya başladı. İnsan sağlığına olan “bütüncül” yaklaşımı, insanın hayal gücüne sığmayan yetenekleri, insan zihnine sığmayan engin bilgisi ve insan bedenine olan sonsuz güveni sayesinde aldığı sonuçlar ile kısa sürede tıp camiasında yankı uyandırdı.
Metin Hara, sevginin ve düşünce gücünün neler yapabileceğini bilimsel ve uygulamalı olarak göstermektedir.

Peki Metin Hara ne anlatıyor?

Kısaca nasıl evrenle bir bütün olduğumuzu, hepimizin bir olduğunu, seçimlerimizle aslında dilediğimiz "her" hayatı yaşamaya muktedir olduğumuzu anlatıyor.

Bu çok basit oldu, değil mi?

Aslında bu kadar basit. 

Ama asıl becerisi bunları bilmesi veya anlatması değil - çünkü söyledikleri bilinmeyen şeyler değil, kadim bilgiler ve bunları anlatan binlerce kitap, binlerce kişisel gelişimci, spiritüel lider var - asıl becerisi ve bence yaptığı en önemli şey sizi buna ikna etmesi ve içselleştirerek yaşamınıza katmanızı sağlaması.

Onun veya başkalarının eğitimlerine katılanlar, zaten ilgilenenler, okuyanlar, araştıranlar Metin'den pek de fazla şey öğrenmeyebilirler. Belki havada kalmış bazı bilgilerinin nasıl daha ayakları yere basar hale geldiğini veya pratikte nasıl daha kolay uygulandığını görürler. (Çünkü Metin vermek istediklerini, çok ciddi çalışmalar sonucunda, çok güzel formüle edilmiş, güzel derlenmiş bir paket halinde sunuyor. Bu da onu diğer eğitmenlerden ayıran önemli bir detay.)

Reiki'den NLP'ye; Kuantum Dokunuş'tan EFT'ye; nefes çalışmalarından yogaya; yogadan chi gong'a; Louise Hay'in kitaplarından Barbara Brennan'ın, Deepak Chopra'nın, Dr. Wayne Dyer'ın eğitimlerine, seminerlerine, kitaplarına. Sonunda hepsi aynı yere varıyor. Aynı "hakikat"e ulaştırmaya çalışıyor. Metin bunların hepsinden harika bir sentez yapmış gibi.

İşin en önemlisi Metin'in kitabı sayesinde ulaşmayı başardığı asıl kitle konuya pek de ilgisi olmayanlar. Hiçbir eğitime katılmayan, mevcut kitapları okumayan, sohbetlere burun kıvıran, farkındalıklarını yükseltmeye ve hakikate yaklaşmaya teşebbüs etmeyenler. İşte dünyevi ortama fazla kaptırmış, kendini dinlemeye bile vakit ayıramayan, sakinleşemeyen, hep koşuşturan, onun ifadesiyle sürekli "Beta beyin dalgasında yaşayan," ve hastalıklara davetiye çıkartan o geniş kitleye böyle bir kitap sayesinde ulaşmayı başarıyor Metin. 



(Zihinlerini en çok dinlendirmesi gerekenler buna ayıracak hiç vakti/ilgisi olmadığını söyleyenlerdir ya aslında)

Yeni bir şey söylemesine gerek kalmıyor, çünkü zaten halihazırda söylenmiş ve kitlelere ulaşamamış pek çok şey var. Metin'in misyonu da belki o kadim bilgileri geniş kitlelere ulaştırmaktır, kim bilir.


Bu kadar genç yaşta, bu kadar önemli işler yaparken kendisini egosunun tuzağına kaptırmamayı da becermiş Metin Hara. Kitaptan önceki çalışmalarında da insanları bilinçlendirme eğiliminde olmuştu hep. Onlara bire bir şifa verip "Ben tedavi ettim," demeyi seçmeyip öncelikli olarak hastalanmamaları ve eğer hastalanmışlarsa da kendi kendilerine şifa bulmaya nasıl hazırlanacaklarını öğretmişti. Günümüzün "Hadi iyileştir beni," yaklaşımıyla kapısını çalanlara "Eğitimlerime gelin, kendiniz iyileşin," demişti.

Şimdi de "Kitabımı okuyun, egzersizleri yapın, kendiniz iyileşin, neşelenin, hayattan keyif alın" diyor. 

Bilindiği şekliyle pozitif düşünmenin değil, pozitif "hissetmenin" anahtar olduğunu anlatmaya çalışıyor. Düşüncenin yapay olabileceğini, aslolanın his olduğunu tekrarlayıp duruyor. "Beyninizin stres düzeyini düşürün," diyor.



Siz de kendinize bir iyilik yapın. Dinleyin Metin Hara'yı! Ben dinledim.


Doğaya, evrene, kendimize güvensek, evrenle uyum içinde yaşasak ne iyi olur.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Şans Kolyelerim


Secret'ın da dediği gibi "Bizde ne varsa onu çekiyoruz."

Ben de sahip olmak istediğimiz her şeyi üzerimizde taşımamız için bu şans kolyelerini yaptım. Minik minik renkli derilerin içine bolluk, bereket, aşk, şans, başarı, coşku, korunma, şifa, blokajları çözme, huzur... daha aklınıza ne gelirse, hepsini sembolleştirip koydum. Sevgiyle de dikip kapattım. İlk yaptıklarımı çok sağlam dikiyordum. Sonrakilerine, zamanı gelip işi biterse, çözülüp bozulabilme şansı vermeyi uygun gördüm. Koparsa, düşerse, "Öyle olması gerekiyormuş," diyeceğiz artık!

Bakın meselaaa:


Bunda "iletişim" var..


Bunda "tutku"


Bunda da "huzur"

Ruh halime göre bazen tek birini, bazen bir kaçını, çoğu zaman da hepsini birden takıyorum.




İplerinin düğümünü farklı yerlerden atınca boyları da uzayıp kısalabiliyor.


Hızımı alamayınca birkaç tane de anahtarlık yapıverdim! İnsan her gün kolye takamaz ama, değil mi??!!


Ritüeller motive olmak için çok yararlı gerçekten de. En azından odaklanmamızı, belirli bir konuya öncelik vermemizi, o konuyu aklımızda tutmamızı sağlıyor. 

Aslında en kolayı ne istiyorsak o olmak tabi. 

Nefret doluyken sevgi beklemek, cimriyken bolluk bereket özlemek, insanlara öfkeyle yaklaşırken huzur aramak... Belki oluyordur. Ben pek şahit olmadım.

Kolyelerime şans dilerken bu yazıyı okuyanları da es geçmek istemedim. Hiçbir şey tesadüf değildir. Demek ki bugün sizin de şanslı gününüzmüş...

Hepimiz bugün için en az bir kişiyi 
sevindirebilsek ne iyi olur..
 (Ben yapmış olabilirim 😊 )

26 Ağustos 2014 Salı

Domates Zamanı.. Salça & Sos Yaptım..


Her ne kadar, "insan hayatta bir şeyleri seçer ve onlarla uğraşır, bazı şeyleri de bırakmak lazım" fikrine çok sıcak baksam da, galiba pratikte pek uyamıyorum..

Şeytan dürttü. Sabah sabah pazara gidip domates alıp, sonra da salça ve makarna sosu yapmaya kalkıştım. 

Her ne kadar pazarcıya, "yok yaa, 10 kilo yeter, yapamam hepsini birden" dedimse de, allem etti kallem etti, "abla, haftaya biter, bulamassın, tadına bak" diye diye, 15 kilo domatesi elime tutuşturdu. Daha da doğrusu, "taşıyamam bile" demem üzerine, arabaya kadar da taşıdı..

Evde malzeme bile yokmuş. Ben de önce, yarısını sadece domates olarak hazırladım. Yemeklere koymak için kolaylık oluyor.. 

Diğer 7.5 kilodan da, daha çok makarna ve pizza sosu olarak kullanılmak üzere şöyle bir uygulamaya giriştim..

İşte malzemeler:


Domatesler, havuç, soğan, kereviz yaprağı, fesleğen, tuz ve şeker. Bir de konserve yapmak için kavanozlar..

Önce domatesleri yıkayıp, dörde böldüm ve biraz tuzla, iyice yumuşayıncaya kadar pişirdim.



Bunları şu babadan kalma - daha doğrusu anneannemden gördüğüm - mulen galiba adı, aletten geçirdim. 


Blenderdan da geçirebilirsiniz tabi, ama böyle yapınca, kabuklar ve çekirdekler de ayrılmış oluyor. Bana daha kolay geliyor.

Sonra bu püre halindeki domateslerin içine, kıyılmış soğanı ve havucu koydum. Miktar kafama göre.. Ben bu üç tencereye bir büyük soğan ve bir büyük havuç koydum. Soğanı arttırmakta mahzur yok da, fazla havuç sosun rengini bozuyor.
Sonradan çıkartılmak üzere, biraz fesleğenle kereviz sapı ve tuzla şeker.. (İsterseniz her tencereye bir diş sarmısak da koyabilirsiniz..)

İyice suyunu çekene kadar kaynattım.

Sonra da sıcak sıcak kavanozlara doldurup, kapaklarını sıkıca kapattım. Kavanozları halk arasında yaygın olan şekliyle ters çevirip soğuyunca vakum yapmasını bekleme konusunda endişe duyduğum* için vaz geçip, üzerlerini geçecek kadar su dolu yüksek bir tencerede yarım saat kadar kaynattım. (Kavanozlar çatlamasın diye, altlarına havlu koydum.)

*Neden endişe duyduğumu aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:


Soğumalarını bekleyip tencereden çıkarttığımda, tarih de attım mı, tamamdır... Kışın bol bol pizza, makarna yiyebiliriz..



Bu tarifi, tabi ki kendim uydurmadım. Yıllar önce, çok yakın dostum olan bir italyandan, Paola Ellialtıoğlu'dan, öğrenmiştim.  Profesyonel aşçı seviyesinde yemek becerisine sahip olan Paola, benim mutfağa ilgi duymama da ilham kaynağı olan kişidir.

Bu arada, tencerede kalanlara hiç dayanamam.. Kendi kendime, makarna yapacak halim yoktu.. Minik bir bruschetta fena olmadı ama.. 

Bir dilim ekmeği kızarttım. Üzerine sıcakken bir diş sarmısağı iyice sürttüm. Sonra da, tencerenin dibinde kalan domates sosu ve bir tane fesleğen yaprağı.. Biraz da iyisinden zeytinyağı gezdirdim miiii...




Merak edenler için, çay da saksıda yetişmiş lemongrass.. (Limon otu ve yalancı melisa olarak da geçiyor.. Fotoğraftaki uzun yaprak o..)

Ara sıra da olsa, satın almak yerine bazı yiyecekleri kendimiz hazırlama şansımız/vaktimiz/arzumuz
olsa ne iyi olur..


17 Ağustos 2014 Pazar

Maksat Fit Olmaksa...


Şu bunaltıcı sıcaklarda çoğumuz denizde olmayı istiyoruz. Ve daha çoğumuz da böyle görünebilmeyi.

Yap yap bitmeyen, yo-yo diyetlerin bir işe yaramadığını bilmeyen bir ergenler kaldı hali hazırda. Sonuç alınamayan yollardan git  git, nereye kadar!?

10 Ağustos 2014 Pazar

Sağlık Mutfakta Başlar

                        


Alışkanlık oldu artık atölye atölye geziyoruz. Geçtiğimiz hafta sonu da İstanbul Permakültür Kollektifi'nin düzenlediği, "Ulli Allmendinger ile Fermente Süper Gıdalar Atölyesi"ndeydim.

2 saat içinde, Kimchi'den Kvass'a, kefirden lahana turşusuna, hem kolay hem probiyotik ve çok faydalı yiyecek içecekler yaptık, tattık ve bonus olarak da bağışıklık sistemimizi güçlendirdik!

Bu yiyeceklerin bizim bildiğimiz tarzda tuzla, sirkeyle yapılan turşulardan farklı olarak laktik asit fermentasyonları olduğunu ve bağışıklık sistemimizi güçlendirdiğini de öğrenmiş olduk.

18 Temmuz 2014 Cuma

"O An"a Tatile Çıkıyoruz

Bazen bir resim, bazen bir şarkı, okuduğu romanın bir cümlesi, sokaktan geçen çocuğun gülümsemesi alıp götürür ya insanı bambaşka düşüncelere. Bu fotoğraf da öyle bir olta attı bana.


"Mutluluğun resmi işte" dedim önce. O bebeğe öyle sıcacık sarılmayı özledim. Ailecek tek bir kanepeye sığabilmeyi. 

6 Temmuz 2014 Pazar

Fanatikler Gerçekten De Spordan Hoşlanıyorlar Mı?

Ailesinin sağı solu milli sporcu kaynayan, kendisi de zamanında üç beş spora el atmış biri olarak güzel oyunları izlemekten çok hoşlanırım. Oynayan oğlum değilse, eşim dostum değilse, sonuç beni pek de fazla ilgilendirmez doğrusu. 

Doğru Kişiyle Evlenmek


Yaz geldi, düğün mevsimi açıldı. Bir yanda davulla zurnayla, güle oynaya evlenen arkadaş çocuklarımız. Diğer yanda, küfür kıyamet boşanan yaşıtlarımız.

Çocuklarımıza nasihat vermeye kalksak, inandırıcılığımız yerlerde sürünüyor. Biz de böyle bir nesiliz demek ki. Doğru insanları mı seçemiyoruz, hoşgörüsüz müyüz, hayat mı fazlaca yıpratıyor, 'Bozulursa tamir et,' devrinden vazgeçip, 'Bozulanı tamir etmeye değmez, onu at, yenisini alırsın,' devrine mi geçtik? Her neyse, bir yerlerde 'Error' verdiğimiz kesin.

Bakın, Alain de Botton da bu konuyu masaya yatırmış ve şöyle değerlendirmeler yapmış:

26 Haziran 2014 Perşembe

Hayaller Gerçek Olsun


Eğitimlerine de katıldığım, konuları çok güzel toparlayıp çok ayakları yere basar sentezler oluşturduğunu düşündüğüm Metin Hara'nın televizyonda yayınlanmış, kaçırdığım bir söyleşisini bulma umuduyla İnsana Güven web sitesine girmiştim. Aradığım söyleşiyi bulamadım, henüz yüklememişler. Ama bazen aramadığımız şeyleri buluruz ya. Daha önce birçok defa izlediğim, başka bir videosunu tıkladım ve bu yazıya ilham olacak cümleye denk geldim.

"Kendiniz için ne istiyorsanız onu başkasına verin."

15 Haziran 2014 Pazar

Burnumuzun Dibi Kos


Bazı insanlar her şeyi önceden planlamayı severler. Ben ise, tam tersine, aklıma eseni yapabilecek esnekliğe ihtiyaç duyarım her zaman. Seyahat konusunda da öyle davranırım. Öyle 3 ay sonrası, 5 ay sonrası için program yapamam. 3 ay sonra önceliklerimin ne olacağını hiç bilemem şimdiden. 

"Hadi gidelim" densin, gidelim isterim. Girelim internete, uçağımızı, otelimizi ayarlayalım, toplayalım eşyalarımızı, gidelim!

Bodrum'a, hatta sonra hava bozunca, günübirlik Kos'a gidişim de öyle oldu.

8 Haziran 2014 Pazar

Bahar ve Badem Likörü

Bahar

Baharın geliyor olduğunu, okul yıllarında herkesin rengarenk giyinmesinden ve bahçeden yükselen neşeli seslerden anlardık ilk. Hala dersler ve sınavlar bütün hızıyla devam ediyor olmasına rağmen hepimizi anlamsız bir sevinç kaplardı. Çoğumuz aşık olurduk.
Ve bir de baharlar açardı tabi…
Allaha şükür, o dersler ve sınavlar çok uzaklarda kaldılar artık. Allaha şükür, aşk her zaman var. Ve yine Allaha şükür, baharlar hala açıyorlar.
O zamanlar, çiçekli ağaçları görünce “baharlar açmış” der geçerdik. Bilmezdik ilk açan baharların badem ağacı olduğunu falan…Bilmemize gerek de yoktu aslında.. Hala da yok!
Ama olsun, bilmek insanın hoşuna gidiyor…
Baharda, güneşli havayı bulunca, dayanamam, kendimi dışarı atarım… Çiçeklenmiş badem ağaçları çok güzel görünür sokaklarda. Her taraf bembeyaz olur… Ağaçlara kar yağmış gibi… Dayanamayıp bir iki dalını “budarım” bazen bir ağacın.(Kopartırım demeye dilim varmıyor; gerçekten de çok sıkışık duran dalları keserim.) 
Badem Ağacı
Vazoda da çok güzel dururlar durmasına da, evi saran parfüm kokusunun oradan geldiğini anlamazsanız, arar durursunuz.
Çok kuvvetli bir kokusu vardır bademin. Çok yakınında uzun zaman duramazsınız; fenalık gelir!
Bademden bahsedince, mutfağa girip, bademli bir şeyler de yapmak istiyor insan. Kurabiyeler, tartlar… Hepsi olur da, onlar kuru bademle de olur…
Taze bademle ne olur, biliyor musunuz? Badem Likörü!
Hem çok değişik bir lezzettir, hem de evde yapılan likörlerin en kolayı…


Ve işte tarifi:Badem Likörü
Ev Yapımı Badem Likörü
1 ½ bardak çiğ badem ( kavrulmuş veya tuzlu badem değil)
6 bardak votka
1 büyük çubuk tarçın (kıyılmış/doğranmış)
1 bardak şurup
1. Bademleri, tarçını ve vodkayı, önceden kaynatılmış (sterilize edilmiş) turşu kavanozu gibi büyük bir kavanoza koyun.
2. Malzemenin karışması için iyice çalkalayın ve 2 -3 günde bir çalkalayarak 3 hafta kapalı olarak bekletin
3. Bir hafta da çalkalamadan bekletin. ( Toplam 4 hafta bekleyecek )
4. Dördüncü haftanın sonunda, süzme işlemine geçin.
ŞişelerÖnce üstteki berrak kısmı bir süzgeçten geçirerek sterilize edilmiş başka bir kavanoza dökün.
Altta kalan bulanık kısmı, daha ince bir süzgeçten (hatta pamukla da kaplayabilirsiniz süzgeci) geçirerek başka bir kavanoza süzün. Bu kavanozun da tortusunun dibe çökmesini bekleyip, birkaç gün sonra tekrar aynı süzme işlemini yapın.Vodkalı bademleri kullanabileceğiniz bir yer varsa, kullanın veya atın. (Vişne liköründen geriye kalan vişnelerle çok güzel vişneli çikolata oluyor ama bademden ne yapılır bilemedim..)
5. Badem Likörünüzü tatlandırmak için, 1 bardak suya 1 bardak şeker koyup kaynatarak hazırladığınız şurubu ekleyin.(Şurubun miktarını ağız tadınıza göre ayarlayabilirsiniz.)
6. İyice çalkalayın ve hoşunuza giden şişelere doldurun.
ÇikolataEv yapımı likörünüzü artık keyifle içebilir, misafirlerinize ikram edebilirsiniz.
Hele bir de yanında çikolata varsa, tadına doyum olmaz.
Her gününüz bahar gibi olsun…

Her şeyi mevsiminde tüketsek ve hatta yapabiliyorsak,
 satın almak yerine kendimiz yapsak 
ne iyi olur..