7 Mayıs 2018 Pazartesi

Neyi Ölçüyorlar, Neyi Değerlendiriyorlar?



Yine alıştığımız haberlerden biri çıktı karşıma:
"718 cevap anahtarının yanlış okunduğu tespit edilince mahkeme, 7 ay önce son kez yapılan SBS’nin yürütmesini durdurma kararı verdi."

Hepimiz bir şekilde, ya kendi çocuğumuzla ilgili olarak, ya da yakınlarımız sebebiyle şu sınav stresini gördük, duyduk, yaşadık, hatta kimimiz  derinden hissettik. İnsanın yaşamından çalınmış zamanlara en büyük örnektir, bana sorarsanız. 
Eve kapatılmış çocuklar ve okuyarak öğrenilmeye çalışılan bir hayat. Hayat dışarıda sürüyor zaten; çıkıp baksa öğrenecek.




Şu çocuklarla





bu çocuk bir mi Allah aşkına? 



Ve siz hangisi olmak isterdiniz? Hangisinin ana babası olmak isterdiniz?

Hele bir de, bu kadar emeğin üzerine, birilerinin sorumsuzluğu / dikkatsizliği / belki kötü niyeti yüzünden yanlış değerlendirmelerle, yanlış sonuçlar alınıyorsa, çocuklar hak ettikleri okula, fakülteye bile giremiyorlarsa. Söyleyecek söz bulamıyorum.





Sınavları detaylı incelemiş biri değilim. Ara sıra, sonrasında gazetelerde çıkan soru eklerinden matematik, Türkçe, yabancı dil sorularına bakar, yapmaya çalışırım. Hepsi o.
Dolayısıyla, edindiğim izlenim sadece, "bana bu kadar yeter, daha yukarıda gözüm yok, kendimi de sıkamam" diyerek, hayatından, oyun dahil, hiçbir şeyi çıkartmadan, ek olarak dershaneye gitmiş, sonucunda da Koç Lisesi'ne ve Sabancı Üniversitesi'ne girebilmiş oğlumla yaşadıklarımızdan, ve "bu sene sinemaya bile gidemedi", "yüzmeyi bıraktı", "kızıma, erkek arkadaş işi çıkartma, sınava konsantre olamazsın dedim" diyen annelerden, onların, bunca fedakarlığın sonunda, bir kısmı hedeflediği yeri kazanmayı başarmış, bir kısmı hüsrana uğramış çocuklarından geliyor. 
Bir de tabi, çocuğun vakti kalmadı diye, hocaya ayrıca kendileri gidip, dersleri kendileri çalışıp, evde çocuklarına anlattığı söylenen anneler var ki, umarım şehir efsanesidir! Çalışmaya vakti olmayan o çocuklar, annelerinin anlattıklarını, banyodayken mi, yemek yerken mi, yoksa uyurken mi dinliyorlardı, onu da çok merak ediyorum."

Ben bir defa buna benzer bir komiklik yapmıştım. Ertesi günkü Sosyal Bilgiler sınavına çalışamadan yatan oğluma, uyurken Sosyal Bilgiler kitabı okumuştum! Sosyal Bilgiler okuldayken en sevmediğim dersti üstelik! "Ne zararı var, belki doğrudur, bilinç altına kaydediliyordur, cevabı atacaksa belki doğru atar" gibi şeyler geçmişti aklımdan. Fazla boş zamanım varmış demek ki...


Yine de şundan iyi olduğunu düşünüyorum.



Her neyse, gelelim bu sınavlarla ilgili fikrime. 
Ben kolej sınavlarına '73 de, üniversite sınavına da, ÖSS'ydi galiba o zaman adı, '80 de girdim. Kolej sınavları için son derece yoğun aktüaliteyi takip ettiğimi, ülkelerin başkentlerini ve para birimlerini öğrendiğimi, üniversite sınavı için de bol bol genel yetenek sorusu çözdüğümü hatırlıyorum.

Aktüaliteyi takip etmek, dünyayı tanımak, hayatta ne yaparsak yapalım, işimize yarayacak, genel kültürümüzü genişletecek şeylerdi. Genel yetenek soruları da, hem yaparken eğlenceli, hem zihin açıcıydı, hem de insana olaylara farklı yönlerden bakmayı, değerlendirmeyi, varsa şaşırtmacayı yakalamayı öğretirdi ki, şahsen benim, bugüne kadar çok işime yaramıştır.
Buna karşılık, bizim çocuklar çalışırken gördüğüm ve aklımda kalan manzarayı söyleyeyim: Başucunda küçük kartlara yazılmış, ezberlenmesi gerektiği için, her akşam bir göz atılan edebiyatçı isimleri, kartların arkasında da o edebiyatçının "bütün" eserleri.

Hangimiz Yaşar Kemal'in bile "bütün" eserlerini biliriz, ve bilmeli miyiz?! İlgilenen zaten öğrenecektir, takip edecektir, başkalarıyla karşılaştıracaktır. Hatta belki, kendi de yazacaktır. Bizler de "İnce Memed"i, belki "Yer Demir, Gök Bakır"ı bilmekle yetiniriz. Bir ihtimal, yıllar içinde "Ölmez Otu"na da denk geliriz. Onu da okuruz, onu da biliriz. Bizim çocuklar 300 kadar yazarın her bir eserini tek tek ezberlediler. Dikkatinizi çekerim, sadece isimlerini ezberlediler. Tek bir tanesini bile okumadılar. Okumaları istenmedi, beklenmedi ve zaten okumaya vakitleri yoktu. Şimdi sormaya kalksak, İnce Memed'i bile hatırlamazlar.




Kenan Işık'ın "Kim Milyoner Olmak İster" programına katılan, üniversiteyi ilk 100'de, ilk 50'de, ilk 5'te kazandığını söyleyen tek bir çocuğun ben henüz 3. soruya ulaşabildiğine şahit olamadım. Eminim, süper integral çözüyorlardır.


Buyurun aşağıdaki linke tıklayın, bakın:



Şimdi baştaki soruma geliyorum: 
Bu çocukları okullara yerleştirirken, neyi ölçüyorlar, neyi değerlendiriyorlar?
Hangi çocuk hayatından en çok fedakarlık ettiyse ve hangi çocuk en iyi ezberi yapabildiyse, o mu en değerli öğrenci adayı oluyor?
Verileni ezberlemek çok matah bir şey midir?
Sorgulamak, araştırmak, hele ki bu internet çağında, hiçbir değer ifade etmez mi?
Ben olsam, cevap verebilen değil, soru sorabilen çocuğu alırdım.
Cevap verebilen çocuk, halihazırda olanı öğrenmiştir. Belki doğru dürüst anlamamıştır bile. Ancak dört seçenek verirseniz, hangilerinin olmayacağını söyler size. 
Soru soran çocuk olanı biteni çok iyi öğrenmiştir, o kadar iyi öğrenmiştir ki, fazlasını arıyordur.
Kendi üniversiteme, kendi öğrencilerimi seçebiliyor olsaydım, bir konu veya paragraf verip, "sorularınızı yazın" derdim. 
Soran çocuğun, merak eden çocuğun, "icat çıkaran" çocuğun, yöntem yaratan çocuğun hayatta da daha başarılı olacağını biliyorum çünkü.
Gerçek hayat ders kitaplarındaki gibi değil; bunu ne kadar erken fark ederlerse, o kadar hızlı yol alırlar.
Her okula / üniversiteye kendi öğrencilerini seçme hakkı verilse keşke de diyeceğim ama, neden olduğunu maalesef hepimiz biliyoruz ki, o da bizim millete hiç uymaz. 






Bugün konuştuğumuz iki kişiye 
bahsettikleri şeylerle ilgili birer soru sorsak 
ne iyi olur...