6 Mart 2014 Perşembe

Paralel Evrenden Bildiriyorum



Yanlış evrene gelmişiz arkadaşlar, buraya müsveddeleri atıyorlarmış, asıl düzgün olan evrenler diğerleri. Bence geçelim. 

Ama uyarıyorum. Hepimiz arızalarımızı biliyoruz, kendimize hakim oluyoruz ve oradaki sakin ortama uymaya çalışıyoruz, tamam mı?! Yani, öyle pazartesi sendromları, maçoluklar, "Yok bişey" diye trip atmalar, "Sen nasıl istiyorsan öyle yap"lar, "Akşama iş toplantım var"lar, telefona Ezgi'yi Abdullah olarak kaydetmeler - hatta annenin sorduğu sorulara otomatiğe bağlı "Bilmiyorum" cevabı vermeler - falan olmasın. Rezil olmayalım.

Yani..! Şunlardan bile utanıp rezil olabilecek insanları, sen al bütün "Hiç olmamışlar"la bir arada aynı çöpe at. Biz bile metal, kağıt, camı birbirinden ayırıyoruz. Nasıl evren yönetimiyse bu da artık!

Şimdi sizinle diğer evrenden birkaç durum paylaşayım. Gitmedim henüz, giden kimseyi de dinlemedim ama tahminen şöyledir diye düşünüyorum.


- Birincisi "Yalan"ı kimse icat etmemiştir!

Bakın bizim tarafta şöyle icat edildiği söyleniyor: Bir gün birisi, insanların her söylenene inanmasını kendi yararına kullanabileceğini fark eder. (Hayır, bu Türkiye'de olan bir şey değil, yıllar önce, daha "Hiç" kimse yalan söylememişken söylenen basit yalanlardan bahsediyorum. Pembe yalan bile yokken. Henüz kimse ustalaşmamışken.) Kendiniz bakın isterseniz, sahtekarlık vicdanen rahatsız etmediği müddetçe gerçekten de pek kolaymış.



- Yalan olmadığı gibi, telepatik iletişim de çok geliştiği için herkes birbirinin düşüncesini doğal olarak okuyabilmektedir. (Korkmayın her şey serbest!)

Bu kitabı okuyanınız varsa bilir, doğal olan zihindekini bilmek olunca, tıpkı doğal olanın biri karşınızdaysa onu görmek olacağı gibi, şimdiki tarz davranıl-a-mıyor. (Kitabı tavsiye ederim bu arada. Orijinali "2150 A.D.")


- Para diye bir şey de olmadığını sanıyorum. Gördüler nelere sebep olduğunu, yeni versiyona koyacak halleri yoktu herhalde. 

- Herkes mutlaka en iyi yaptığı şeyi yapıyordur. Doğal olan o değil mi zaten?


Çocuk güzel resim yapıyorsa, neden onun banka müdürü olmaya çalışacağını/çalıştırılacağını anlayacaklarını sanmıyorum.

Yıllar önce bir çalışmada lotus pozisyonunda oturabilelim diye bazı alıştırmalar yaptırılıyordu. (Bağdaş kurmanın abartılmış yoga versiyonu.) Bazı arkadaşlar, zaten yorulduklarında doğal olarak böyle oturuyorlardı. Bende ve diğer bazı arkadaşlarda da yapısal olarak hiç ümit yoktu. Ben de demiştim ki: "Yaa, demek ki biz böyle oturmak üzere dizayn edilmemişiz. Kalemle yazı yazarsın, bardakla su içersin. Bardakla illa ki yazı yazacağım diye tutturup, ucunu kırıp, çiziktire çiziktire yazı yazmanın anlamı nedir ki? Doğaları bu işe uygun olan arkadaşlara mani olmayalım, biz de başka şey yapalım!" Birileri alıştırmalara devam etti, ben "Bana uygun değil," deyip bıraktım.

Yaşama alanları böyle midir acaba?


- Değer verme kriterleri de gerçek "değerler"e dayanır. En iyi çiftçi de değerlidir, en iyi kasap da. En başarılı terzi de en başarılı müzisyen de aynı saygıyı ve hayranlığı görür. İşadamları, yatırımcılar, bankacılar mı? Onlar yok ki... Para yok dedim ya...

Bu adam tavuklarla iyi geçiniyormuş demek ki...


Bu da koyunlarla...


Sebzeler, meyvalar, çevrede kim ne yetiştiriyorsa...



Siz dalından yeni kopmuş kiraz yediniz mi hiç?


Bizde de lychee  olmayıversin...


Bütüncül tıp, kuantum terapi ve benzeri yaklaşımları savunanlar, yıllardır bas bas, bedenimizin yaşadığımız yöre dışından gelen ve genetik olarak alışık olmadığımız ürünlere tepki verdiğini ve hastalıkların böyle de oluşabileceğini söyleyip duruyorlar. Bana akla yatkın geliyor. Sindirim sistemi, "Tanımıyorum bunu, at bir kenara, sonra bakarız, " diyerek orada burada kitleler oluşturuyor olabilir pekala...

- Tıp demişken... Koruyucu hekimlik olabileceğini, bunun da kimyasallarla, vitaminlerle, aşılarla, koca bir sektör olmayıp, kışın şunları ye, yazın bol su iç, başın ağrıyınca daha çok oksijen al, yorulduğunda daha çok meyva ye şeklinde, ailenin büyüğü, bilge kişisi tadında kaldığını düşünüyorum. (Detayları atıyorum tabi, her ne tavsiye edeceklerse, ben genel hatları tahmin ediyorum sadece...)

- Tedavi gerektiğinde, bedenin kendini tedavi etmesi için gereken ortamın sağlanıp, kendi haline bırakıldığını sanıyorum. Komadaki hastaları düşünün, beslenmesi, kalbinin atması, solunumu desteklenip kendi haline bırakılmıyor mu? İyileşme aslında tam da "Kendi kendine " olmuyor mu?!

Parmağınızdaki şu yara "Kendi kendine" iyileşmiyor mu diyorsunuz yani?


(Ya da kırılan kolunuz, yırtılan adaleniz? Grip de ilaçla bir haftada, ilaçsız 7 günde geçmiyor mu?)

- İlaç sektörü, o da yok tabi ki. E para yoook!

- Eğitim? Aileden temel değerler ve ahlak konusunda göreceğini gören çocuklar, ilgilendikleri, yatkın oldukları konularda geliştirilmek üzere yardım görüyorlardır. Hayır canım, öyle 6 yaşında - pardon 4 mü oldu, 5 mi, ben de şaşırdım - havasız sınıflarda, sert sıralara oturtulup kıpırdamadan öğretmeni dinleme cezası gibi değil! Yaşayarak öğrenmek diyelim. Konuya hakim birilerinin konuya ilgi duyan çocuklarla vakit geçirmesi şeklinde.

(Ben, gönüllü olarak - yani müfredat harici, canım istediği için - aldığım pek çok eğitimde, aslında kayda değer ne öğrendimse, eğitim dışında, grupla sosyalleşip, eğitmenle vakit geçirip sohbet ettiğimizde öğrenmişimdir. Diğer şeklinde, bilginin her türlüsü kitaplarda ve internette bol bol var zaten. Fark yaratacak detayı arıyorsanız o yok, o sadece ustada.) 

Bu çocuklar bitkilere, hayvanlara, insanlara iyi davranmayı görerek öğreniyorlardır. Sevgi dolu, iyi insanlar oluyorlardır. Bitkileri, hayvanları birbirinden ayırmadan severken, insanları "Bu bizden, bu değil" diye de kendi içinde sınıflara ayırmıyorlardır tabi. Niye böyle bir şey yapsınlar ki? 

(Asıl sorulması gereken soru: Bizim evrende - belki de sadece bizim dünyamızda - niye yapılıyor ki??)

Ben bu paralel evreni bu kadarıyla bile çok sevdim! Ne diyorsunuz, geliyor musunuz???




Arızalarımız kimseye zarar vermese, verdiğinde de özür dileyip telafi etsek ne iyi olur..