2 Mayıs 2014 Cuma

Organik Tarıma Politika Mı Karıştı?



Pınar Kaftancıoğlu İstanbul'da pek çok ailenin ve işletmenin kimyasalsız, GDO'suz, MSG'siz ağız tadıyla ve gönül rahatlığıyla yiyebildiği ürünlerin geldiği İpek Hanım Çiftliği'nin sahibi. 

Babası gazeteci Ümit Kaftancıoğlu'nun bir suikaste kurban giderek henüz 12 yaşındayken kucağında can vermesinden, Nazilli'nin Ocaklı köyünün, tabiri caizse "hanımağası" olmasına uzanan, dinlerken bile yorulacağınız bir hayat hikayesi var.

Adı son yerel seçimlerden beri çok geçiyordu.

Ailesi itibariyle sol görüşlü olduğu var sayılırken birden bire AKP'den belediye meclisi üyesi adayı olunca başta müşterileri, herkes pek şaşırmış, seçildikten ve mazbatasını aldıktan sonra da istifa edip bağımsız olduğunda neden baştan bağımsız aday olmadığı merak uyandırmıştı.

Tesadüfen Robert Lisesi'ndeki kermese katılacağını öğrenince görüşmek istedim. "Gelin, bir fırsat bulur, konuşuruz" dedi. Çiftlikten birkaç küfe sebze meyva, ekmek, kurabiye ve açma getirmişler. Bu mevsimde pek güzel olan mor salkımların altında tezgah açmışlardı.


Pınar hanım müşterileriyle ilgilenirken ben de burslu öğrenciler yararına satılan sebzelerden kara kabak ve bezelye aldım. 



Hava bir güneş, bir yağmur arasında hızlı geçişler yaparken bahçede oturup konuşabilmeyi başardık. Topraktan, tohumdan bahsettik. Ve tabi belediye meclisi adaylığından.


AKP'nin yerli tohumu yasaklaması ve tarımı öldürmeye yönelik girişimleri hakkında ne düşündüğünü sordum.

P.K : Aslında tarım politikalarını yapan Ak Parti değil. Tarım politikalarını tüm dünyada İsrail ve Amerika yapıyor. Bugün Bulgaristan'a da aynı şeyi veriyor. Avrupa Birliği'yle beraber başladı. Fransa'ya da, Almanya'ya da aynı tarım politikasını uyguluyorlar. Bunu Ak Parti falan yapmış değil ki. İktidarda kim varsa ona çakıyorlar bunu. Bizde tarım politikası düzenleyecek kim var, Allah aşkına? 

S.B : Başta AKP değil de CHP veya MHP olsaydı da aynı durumda mı olacaktık diyorsunuz? Muhalefet partileri bu konulara karşı durmuyorlar mı sizce?

P.K : Dururlar mı? Nereye duruyorlar? Havaya duruyorlar. Yani, kim varsa iktidarda o.  Siz nereye oy atarsanız atın, her zaman sandıktan Obama çıkar.. İsrail'le Amerika birlikte dizayn ediyorlar, kim varsa iktidarda ona çakıyorlar. Tarım politikalarını Türkiye'nin veya Türkiye'deki herhangi bir politik partinin dikte ettiğini düşünmüyorum. Bu, dünyada küresel bir durum. Çünkü fazlasıyla satacak malları var. Üretimi bitirip, mal satacaklar. Bu kadar basit. GDO'yu da bu yüzden buldular. Eğer Türkiye üretse, Türkiye sadece kendini değil, Avrupa'nın tamamını doyurur. 

S: Peki yerli tohum yasaklanınca, siz ne kullanıyorsunuz?

P: Biz kullanıyoruz. Biz geleneksel tarımcıyız.

Pınar hanım, Robert Lisesi'ni pek beğenmiş. Yemekleri kendileri mi yapıyorlar diye sordu. Halâ, biz okurken hizmet veren aynı şirket tarafından, okulun kendi yemeğini kendisinin yaptığını söyledim.

P: Özenildiği belli. Aşağısı - herhalde kafeteryadan bahsediyor - da pırıl pırıldı, baktım. Ama tabi, sebzeyi aldıkları yer neresi olabilir? Metro'dur muhtemelen. Ama mesela bu anlamda Robert Lisesi, bir köye sponsor olsun isterim. Bunu çok söylüyorum.

Mesela Doğuş. Niye Doğuş diyorum, çünkü Dreams diye 300 tane restoranın sahibi. Yani 300 tane restoranın varsa, gidip bir tane köyü gönendir. (Bu kelimeyi ben ilk defa duydum. Açtım, baktım. Mutluluğa kavuşturmak, sevindirmek demekmiş.) 

Mesela gelsin Nazilli'ye, diyelim ki bu köy senin olsun. Robert Lisesi Demirhan köyünü kalkındırarak çocuklarını besliyor olsun. Telefon açın söyleyin, oradan gelsin sizin kamyonunuz. Domatesti, salatalıktı, yağdı, zeytinyağdı. Böylece Robert Lisesi cidden bir sosyal sorumluluk projesinin altına imza atsın. 

Doğuş'u diyorum, çünkü çok fazla restoranı var. Bunların bir tane köyü gönendirmesi lazım. Ben nasıl kendi köyümü kalkındırıyorsam, onlar da yapabilir. Sosyal proje dediğinizin, devrimcilik dediğinizin, sosyalizm dediğinizin böyle bir şey olması lazım.



Kırsalda yaşayan insanların kalkındırılması lazım. Para kazandıkça, artık oylarını bir torba kömüre satmaz hale gelecekler. Bakın benim çocuklarıma, onları hiç kimse kandıramaz. Bunları yapsınlar da, sonra Mustafa Kemal'in neferi olsunlar. Halkçılık böyle bir şey.

S: Siz köylü kalkınsın diye, birileri iş iyi gitsin diye, başkaları ihaleyi alsın diye, geri kalan kömür alayım diye, sonunda Türkiye'nin hali bu, herkes kendince sebep buluyor.

P: Ama ben iyi bir amaç için oradayım. Yani ihale için, onun için, bunun için değil. Benim yaptığım şeyin de benimle hiçbir ilgisi yok. Eğer kendimi düşünüyor olsaydım, kendi ayağıma kurşun sıkmazdım. Kendi müşteri portföyümü biliyorum.

S: Yani ters mi tepti?

P: Aslına bakarsanız, hiç de ters tepmedi. Kamyon kamyon mal indiriyorum. Dünya kadar, 400 dönüm dikiyorum. Ne kadar sıvarlarsa sıvasınlar, çünkü bu sıvayanlar %5, %10 gibidir, gelmeyen, görmeyen, beni tanımayan... Allah aşkına gitsinler. 

Yani, şu masada Ayşe, Fatma, Süheyla oturuyoruz. Süheyla kalkarsa, onun yerine oturmak için bekleyen, benim dünya kadar müşterim var. Kendileri kaybeder. Önce işçilerinin SGK'sını versinler, doğru söylemeyi öğrensinler, yalan değil, ondan sonra bana gak guk etsinler. İnsan sinirleniyor. (Pınar hanım gerçekten sinirlendi..) 

Siz üretiyorsunuz. Siz devrim yapıyorsunuz. Siz İpek Hanım Çiftliği'ni bir sosyalist cumhuriyet olarak kuruyorsunuz ve yapmak istediğiniz şey belediyelerle  iletişim kurmak, çünkü üretici pazarlarını hareket ettirebilmek, kalemden mal geçirebilmek, köylülere giden paraların adil dağıtılmasında olumlu bir rol oynayabilmek, bir meclise girmek istiyorsunuz. Biz bütün bu meclislerden, "aa şu ne der, aa bu ne der" diye dışarı çıkarsak, kimlere kalıyor, görüyorsunuz işte.

S: Mazbatanızı aldıktan hemen sonra istifa edip, bağımsız olmuşsunuz. Bu önceden verilmiş bir karar mıydı?

P: Ettim. Aslında değildi. Çok da önemsemedim. 

Pınar hanım telefonundan ruhsatlarının fotoğraflarını gösteriyor. Ruhsatsız hiçbir şey üretilemeyeceğini söylüyor. Bazı firmalar için, "bunların hepsi yalancı" diyor. Sonra CHP, MHP ve AKP milletvekilleriyle hep beraber çekilmiş fotoğraflarını gösteriyor. Çiftçilik Okulu'nun açılışındanmış fotoğraf. "Böyle olmalı. Biz kavga etmek istemiyoruz" diyor.

En azından ailesi itibariyle sola yakın durduğunun düşünüldüğünü ve neden kendi politik fikrine daha yakın bir partiyi seçmediğini soruyorum. 

P: Benim politik fikrim yok.. Ben kendimi hiçbir tarafta görmüyorum. Sağda ya da solda.. Ben sadece hümanizmi, sadece insancıllığı, köyü, köylüyü, toprağı seviyorum. Yani uzak veya yakın gördüğüm bir şey yok. Benim aile geleneğim CHP falan değil, aile geleneğim nedir bilmiyorum.

S: Peki yasaklara karşı değil misiniz?

P: Yüzde yüz karşıyım. Ama ben tüm yasaklara, tüm faşizme karşıyım. Tabi ki beğenmiyorum. Ama öbür partide de beğenmediğim çok şey var. Beğenmediğim çok şey olduğu gibi, beğendiğim şeyler de var. Yani baştan aşağı, yüz yaptığının yüzünü de karalayamam, ya da diğer partinin yüz yaptığının yüzünü de kemalizmin ibaresi göremem. 1980'de benim babamı öldürdükleri için, belli bir görüşün tamamını babamın katili göremem. 

Pınar hanım çok hızlı konuşuyor. Kızınca daha da hızlanıyor, konuşmasına yetişmek mümkün olmuyor bazen.

Belediye meclisinde neden olmak istediğini açıklıyor sonra.


P: Köyler bağlandı bu meclislere. Yani bütün köylerin tarımsal düzenlemeleri ve hayvansal düzenlemeleri belediyeye bağlandı. Biz eskiden köydük. 31 Mart 2014'le beraber, büyükşehir yasası Aydın için geçerli oldu. Artık, mesela bir şey dikmek istiyorlarsa, belediyeden izin alacaklar. Hayvanı serbest otlatmak istiyorlarsa, belediyeden izin alacaklar. Belediye başkanının bu yetkilerini doğru kullanıp kullanmadığını kontrol için bir tek meclis var, belediye ilçe meclisi. 


Ben "kambersiz düğün olmaz" dedim. 

Mesele sadece bu. Hangi parti olduğu hiç fark etmez. Hepsine o kadar şiddetle uzak, o kadar şiddetle yakınım ki. Hepsinde iyi insan kadar kötü insan, kötü insan kadar iyi insan var.Sonuç olarak, benim için yakın ya da  uzak olduğum hiçbir parti yok. Hayatımın hiçbir döneminde, kendimi CHP'ye yakın, Ak Parti'ye uzak, ya da MHP'den orta şeker gibi hissetmeyeceğim ben. Ben sadece insan olarak hareket etmeye çalışıyorum. 

Bağımsız olabilmem, kendi sözümü söyleyebilmem için, çok önemli o mecliste olmam. Ben üreten bir insanım ve yerel yönetimden uzak olmam, bana göre, düşünülemez. Yani ben herhangi biri değilim. Şunu da atlıyorlar. Yani tarımsal ve hayvansal üretimin tam göbeğindeyim ben. 58 tane ineğim var, her gün geziyor. 400 dönüm sebzem var, 600 dönüm ağacım var. Ve "bunlar" gibi yalan değil yani, tapulu. (Bunlar derken, sahtekar olduklarını düşündüğü bazı organik tarımcılardan bahsediyor.) Benim mandıram da var, o da var, bu da var. Yani ne olduğunu görmem lazım, orada (mecliste) olmam lazım. Başka partiden olsa, ondan da kabul ederdim. Fark etmez benim için.

"Başkalarını çok kötülüyor" diyorlar sizin için diyorum.

P: Yalan mı? O zaman hep beraber denetleme yapalım, gidelim çiftliğine, diyelim ki "nerede arkadaşım çiftliğin, nerede tarlan, hani üretimin, hani işçin, nerede işçinin SGK'sı, nerede, ne zaman, ne ürettin, belgen nerede, bal yapıyorum diyorsun, hani kovanın?" Allah aşkına denetlesinler ya! Ben de çok rahatsızım. Lütfen gidip bir baksınlar. Kötülüyormuşum! Kötülerim ben.. İnsanlar yapmıyor, yapanı da bırakmıyor. 

Pastanesiyle, mandırasıyla koskocaman bir işletme olan İpek Hanım Çiftliği için "aslında İstanbul'daki yoğun iş hayatınızın, temiz havada yaşanan versiyonu gibi" diyorum.

P: Evet ama aslında değil. Daha sıcak. Fabrikasyon gibi çalışmıyoruz. Ekmeğin şefi var, meselâ, yanında sekiz kişi çalışıyor. Onun da takibini o yapıyor. Değirmende ne kadar üretilecek, onun da takibini o yapıyor. Herkes kendi bölümüyle ilgileniyor. Buna bir isim de veriyorlar holdinglerde, akreditasyon, rotasyon, öyle bir şey.. Geçen gün biri söyledi. (Delegasyon veya spesializasyon mu demişler acaba?) Bunun köylü usulünü yapıyormuşuz. Herkes çarkın kendine ait bölümünü çeviriyor. Kimse kimsenin işine karışmaz.

Pınar Kaftancıoğlu'nun köy hayatından, basit, sade yaşamayı, kendine yetecek kadar üretmeyi anlayanlardan olmadığı kesin. Ekşi sözlükte şöyle tarif etmişler: "CEO'yu köye koymuşlar, tutmuş şirket kurmuş misali bir kadın."

Gerçekten de çalışmadan durabilecek birine hiç benzemiyor. Hırslı. 

"4 yaşında okula başladım. 14 yaşında üniversiteye girdim. Biraz da akıllıymışız demek ki" derken, sanki hep en önde olmaya alışmış, herkesten iyi ve en başarılı olmayı hayatının amacı edinmiş hissi uyandırdı bende. Bu da işini iyi yapmasına yarıyor, tabi ki. 8 senede, kendisi ve çocuğu için sebze, meyva yetiştirmekten, nerelere geldiği düşünülünce.

Pek çok kişiye iş imkanı sağlamış olması takdire şayan. Şehirde yaşayıp da sağlıklı beslenme bilincinde olan bir kesime doğal ürün tedarik etmesiyle çok dua aldığı kesin. Toprağı seviyor, doğayı koruyor, kimyasallara, GDO'lara, yabancı/kısır tohumlara uzak duruyor. İşini doğru yaptığını da belgelerle göz önüne seriyor. Son olarak şöyle diyor..

P: Ben politikayla cevap vermek istemiyorum. Ben üretimimle cevap vermek istiyorum. İnsanların beni üretimimle denetlemesini rica ediyorum. Benim sosyal, politik, ne düşündüğüm, ne yaptığım, iyi mi yaptığım, kötü mü, lütfen insanları bu kadar ilgilendirmesin. Vardır bir bildiği desinler. 

Beni denetleyeceklerse, bana hakaret edeceklerse, kolilerimi alsınlar, peynirimi analize götürsünler, sütümü analize götürsünler, yumurtamı, ıspanağımı, evlerine ne geliyorsa.. Bana bununla hakaret etsinler, eğer edeceklerse.. Eğer bir şey bulurlarsa.. Ya da tapumla etsinler. 
"İnsanı  seviyorum, köylü için her şeyi yapıyorum dedin, ama, bu insanın SGK'sını yatırmamışsın" desinler.

Herkesin bir bildiği, bir yöntemi vardır hayatta, istediği, hayal ettiği şeyleri yapmak için. Lütfen bunlara saygı göstersinler. Saygı göstermiyorlarsa da, hakaret etmesinler. Benden uzaklaşabilirler. Kendi kararlarıdır, hiç mühim değil. Kalkacakları yere oturmak için bekleyen dünya kadar insan var. Bu nobranlıktan falan değil. Ama sapla samanı, emek anlamında, temiz üretim, temiz gıda üzerinde denetlesinler. Aynı metodu diğerlerine de uygulasınlar, ama. O zaman anlarız, kim kemalizmin neferi, kim değil." 

Ürünlerinin sürekli denetimden geçtiğini biliyorum. İlaç milaç, kimyasal kullanmıyor..

'Organik tarım' tarifine gerçek anlamıyla uymak çok zor, ama İpek Hanım Çiftliği için, doğal yollarla, sağlıklı üretim yapıyor diyebiliriz.


Doğaya, doğal olana sahip çıkmak lazım.


Çıkalım ki, sağlıklı beslenen, sağlıklı çocuklar, nesiller hayal olmasın..



Bir gün için bile olsa, katkısız, koruyucusuz, doğal - yani sağlıklı - şeyler yeseniz, yedirseniz
 ne iyi olur..