25 Şubat 2014 Salı

Güven ve Ötesi


Şöyle bir çalışma vardır; ikili gruplar olunur, önlü arkalı durulur ve öndeki kendini arkadakinin tutacağına güvenerek arkaya doğru bırakır. Tutmazsa/tutamazsa yere düşer.  



Genelde çok kolay görünen bu egzersizde, bazıları çok zorlanır, bir türlü kendilerini bırakamazlar. Ya tutmazsa diye çekinirler. Ya düşersem diye korkarlar. İşin özünde, sebep kontrolün hep kendilerinde olmasını istemeleri midir, veya diğer kişiye güvenememeleri mi, sorun onlarda mıdır, yoksa karşılarındakinde - bu durumda, arkalarındakinde mi acaba? Güvensizlik kişisel bir seçim, bir davranış biçimi de olabilir, veya belki de etrafta güvenilecek kimse kalmamıştır. Bir durup, düşünmek lazım. Kolayca güvenenler mi haklı, güvenmeyenler mi doğru yapıyor?

Mesela, doğal olarak, hiç düşünmeden güvendiklerimiz var: Annemiz, babamız, ailemiz, arkadaşlarımız..






Konumları itibariyle güvendiklerimiz var: Öğretmenlerimiz, doktorlarımız, polisimiz, takımın antrenörü..



doktor amca


polis amca

takım koçumuz, Ahmet ağabey

Şartlar gereği güvenmek durumunda olduklarımız var: Bindiğimiz taksinin, dolmuşun, otobüsün şoförü, vapurun kaptanı, uçağın pilotu, metronun vatmanı..  






Manavımız, kasabımız, bakkalımız - ya da üreticiler ve supermarketler..







Makamlarına güven duyulanlar var bir de: Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, adalet bakanlığı, maliye bakanlığı, belediye başkanlığı, valilik.. Başımızdakiler..




Bir arkadaşım vardı, "insanları çok yakınıma yaklaştırmam, içi boş bir korkuluk olduğumu görmelerini istemem" demişti bir gün bana. Saçma bulmuştum. Benim baktığım yerden, hiç de içi boş durmuyordu.
Oysa şimdi haklı olduğunu düşünüyorum. Belli bir mesafeden, belli bir açıyla bakınca, herkes iyi görünebiliyormuş.

Yaklaşalım bakın, mesela "anne"ye: 

Hep "anneler çocukları için ölür" diye biliriz ama, arada "4 yaşındaki oğlunu açlıktan öldürüp cesedini yatağın altında çürümeye bırakan ve iki sene devletten çocuk yardımı alan anne" de var. 



"Doktor"a yakından bakalım: Hep "doktorlar hayatımızı kurtarırlar" ama, hayatımızı hiç umursamayanlar da var: Gerekmeyen tahliller, bir röntgen yeterliyken, hiç gerekmeyen MR'lar, tomografiler, salgın var korkusu yayılarak kitlelere uygulanan gereksiz aşılar, hatta gereksiz ameliyatlar, kolesterol, tansiyon ilaçları, ağrı kesiciler, multi-vitaminler.. Ve bunları teşvik eden "tüccar" doktor amcalar, doktor teyzeler.




Ya "üretici": Kimyasallar, GDO'lar, MSG'ler almış başını giderken, bir söylentiye göre, tarla bahçe sahipleri, kendi yiyecekleri sebze meyveyi ayrı yerlerde ekiyorlarmış. İyi de, hiç mi düşünmüyorsun, sen de kasabın şişirdiği antibiyotikli, MSG'li, bilmemneli etleri yiyorsun.. O seni zehirliyor, sen onu... Sizler, hepimizi...




"Polis": Onlara hiç bakmayalım; bu ara memleketin bir o yanına, bir bu yanına savruluyorlar onlar..




"Büyüklerimiz" deseniz, onlar da çoktandır kendi dertlerine düşmüşler..


Bu durumda, güvenmemek için sebep var mı diye bakmak "out", güvenmek için sebep var mı, onu araştırmak "in" olacak gibi görünüyor. Ve, baştaki egzersizde kendini bırakırken tereddüt edenler, bu dönemin kazananı olmaya adaylar. Kaybeden insanlık ne yazık ki..

Keşke bütün anneler melek olsa, bütün doktorlar iyiliğimizi istese, yediğimiz içtiğimiz ellenmese, oynanmasa, polisler bizi kötülerden korusa ve büyüklerimiz de büyüğümüz gibi davransa..







Bugün, bize güvenen birine, 
"güvenmekte haklıymışım" dedirtecek 
güzellikte birşey yapsak ne iyi olur..